İstiklal Mahkemeleri nedir?
İstiklal Mahkemeleri nedir? İstiklal Mahkemeleri neden kurulmuştur?
İstiklal Mahkemeleri, 1920 yılında Kurtuluş Savaşı ve sırasında ayaklanma çıkaran ve yağmaya girişenleri, bozguncuları, orduya ait silah ve mühimmatı çalanları, casus ve köstebekleri, asker kaçaklarını, Milli Mücadeleyi engelleme amacıyla propaganda yapanları yargılamak için özel kanunla kurulan mahkemelerdir. Kurtuluş savaşı yıllarında görev yapan mahkemelere birinci dönem olarak adlandırılır. Birinci dönem İstiklal Mahkemeleri dışında daha sonraları da dönemlerine göre farklı vazifeler yürüten mahkemeler kurulmuştur. Sonradan kurulan mahkemeler birer Devrim mahkemesi niteliğindedir. Uğur Mumcu’ya göre Devrim Mahkemeleri, savaş ve ihtilal gibi özel durumlarda isyancı, bozguncu ve karşı devrimcilerin yargılandığı infaz kurullarıdır. Ergün Aybars İstiklal Mahkemeleri isimli çalışmasında bu mahkemelerinin Türk Devriminin bir parçası olduklarını ve bu devrimi gerçekleştirmek için çalıştıklarının unutulmaması gerektiğini yazmıştır.
İstiklal Mahkemeleri’nin kuruluş nedenleri nelerdir?
Büyük Millet Meclisi (B.M.M.)’nin açıldığı tarihlerde Anadolu’nun iç ayaklanmaların etkisiyle nasıl olağanüstü bir tehlike içinde olduğunu görmüştük. Asayişsizlik, eşkiya, sefalet Anadolu’yu sarsıyordu. Yunan ordusunun ilerleyişi de moral çöküntü yaratmıştı. Asker kaçaklarının yarattığı tehlike büyük boyutlara ulaşmıştı. Silah altına çağrılanlar, İstanbulFetvası’nın ve Padişah’ın askerliği kaldırıldığını bildiren ve B.M.M.’ni gayrı meşru ilan eden Ferman’ın etkisi altında kalarak ya askere gelmiyor veya şubelerden ve kıtalarından kaçıyorlardı. Kaçarken kendisine verilmiş olan silah ve cephanesini de götürüyordu. Bunlar iç ayaklanmaların insan gücünü oluşturuyorlardı. Bu sebeple düşmanla savaşacak ordu bulamıyordu. Hatta cephanelikleri bile koruyacak nöbetçi bulmakta güçlük çekildiği durumlara rastlanıyordu. Ayrıca casus, bozguncu, aleyhte propaganda ajanları, düşman ve İstanbul Hükümeti ile işbirliği yapanlar, düzenli ordu kurulmasını engelleyenlerin yarattığı tehlike de Ankara’yı sarmıştı. Bütün bu sorunları çözmek, Ankara’nın B.M.M. irade ve otoritesini bütün Türkiye’de egemen kılması gerekiyordu.
Yunan ordusu, önünde savaşacak düzenli bir askeri kuvvet olmadığı için kolayca ilerliyordu. Kuvay-ı Milliye ise düşmanı oyalamaktan başka bir şey yapamıyordu. Meşru olmayan ve merkezi otoriteden yoksun, sorumsuz kuvvetlerle devletin gücünü kurmak olanaksızdı. Yunan cephesi, yalnızca Aydın, Manisa ve Bursa cepheleri değil, işgale uğramış, uğramamış bütün vatan topraklarının kurtuluşu için, ulusun tüm varını ortaya koyup savaşması gerektiği bir vatan cephesiydi. Bu sebeple bütün ulusun inanç birliği içinde ve bir otorite altında bütünleşmesi gerekiyordu. Mustafa Kemal Atatürk daha Kasım 1919’da ulusal güçlerin örgütlenmesini bildirmişti. Fakat Meclis’in açıldığı tarihte ulusal otorite bir türlü sağlanamıyordu. Padişah ve Hükümetin yarattıkları anarşi olağanüstü boyutlara ulaşmıştı. Ayaklanmalar, soygun ve askerden firar olayları karşısında, Müdafaa-i Hukuk Dernekleri, Kuvayı Milliye ve askeri birliklerin komutanları kendi güçlerine ve M. Kemal’in 17 Mart 1920’de yayınladığı “Vatanın çıkarlarına aykırı, memleketin huzur ve asayişini bozanların din ve millet farkı gözetmeksizin kanunen şiddetle cezalandırılmalarını.” ve 21 Nisan’da Feke Kaymakamı’na gönderdiği “Ulusal harekatı fırsat bilip çapulculuğa kalkışanlara karşı Kuva-yı Milliye komutanlarıyla irtibat kurarak en şiddetli cezaların verilmesi.”ni bildiren emirlerine dayanarak, suçluları asmaya kadar varan cezalar uygulanıyor, askerden kaçanların mallarına el konuyor ve evleri yıkılıyordu. Ancak bu yöntem Meclis açıldıktan sonra M. Kemal Paşa tarafından istenmiyordu. Çünkü kanuni yöntemlerden ayrılanlar bulunuyordu. Oysa M. Kemal, mutlaka yasaların üstün olmasını istiyordu. Bazen casus, bozguncu, propagandacı ve kaçaklar için, 1914’de çıkarılmış bulunan “Esrar-ı Askeriyeyi İfşa ve Casusluk ve Hiyanet-i Harbiye Hakkında Kanun” uygulanıyordu. Ancak bu kanun Osmanlı kanunu olduğu için, Ferit Paşa ve Padişah aleyhine davrananların vatan haini olacağı anlamı çıkıyordu.
Ülkede iç güvenliği sağlamak, ulusal amaç çevresinde birleşmek ve T.B.M.M.’nin otoritesini egemen kılmak, huzur ve güvenliği sağlamak, kaçak olaylarının önüne geçip, düzenli orduyu kurmak için merkezi otoriteyi gerçekleştirecek bir yönteme ihtiyaç vardı. Özellikle Fransız Devrimi’nde devrim rejiminin, olağanüstü yöntemlerle ve yetkilerle donatılmış kuruluşlarca başarılı olduğu görülmüştü. 25 Nisan 1920’de Mehmet Şükrü Bey T.B.M.M.’nin otoritesine bütün “Osmanlı tebaasının” uyması için, Ulusal Meclis’in kararları aleyhinde bulunanlar veya uymayanlar ancak vatan haini olabilirler ve bu gibilerin de vatana ihanetle suçlandırılmaları gerekçesiyle bir önerge verdi. Osmanlı Kanunlarıyla işlerin yürütülmesini isteyenlerin karşı koymalarına rağmen Meclis 29 Nisan 1920’de “Hıyanet-i Vataniye Kanunu“nu kabul etti:
Madde 1.
Makam-ı mualla-yı hilafet ve saltanatı ve memalik-i mahrusa-i şahaeyi yed-i ecanipten tahlis ve taarruzatı def-i maksadına m’atuf olarak teşekkül eden Büyük Millet Meclisi’nin meşruiyetine isyanı mutazammın kavlen veya fiilen veya tahriren muhalefet veya ifsadatta bulunan kesan, hain-i vatan addolunur.
Madde 2.
Bil-fiil hiyanet-i vataniyye’de bulunanlar salben idam olunur….
Bunun anlamı şuydu: Yüce hilafet ve saltanat makamını ve Padişah’ın topraklarını düşman elinden kurtarmak için kurulmuş bulunan B.M.M. nin meşruiyyetine fiilen veya yazı veya sözle karşı koyanlar vatan hainidirler. Bunların cezası idamdır.
Bu kanun, Meclis’in otoritesinin sağlanması ve birliğin kurulmasında çok önemli bir adımdı. Devrim kanunu idi. Hilafet ve saltanat makamının kurtuluşu sözleri ise, ulusun Padişah’a olan dinsel ve geleneksel bağlarının etkisi ve Meclisteki saltanatçıların isteği ile konmuştu. Ancak kanunun uygulaması için olağan mahkemeler görevlendirildi. Bu sebeple dört aylık uygulama sonucunda istenilen başarı elde edilemedi. Diğer yandan Kuva-yı Milliye’nin kendi uygulamaları sürüyordu. Kitle halinde idamlar halkı Meclise karşı tepkiye itiyordu. Af dileyerek, Ulusal Mücadele’ye katılmak isteyenlere fırsat verilmiyordu.
Diğer yandan asker kaçaklarına hapis cezası verilmesi sebebiyle, birçok kişi cephede çarpışmaktansa, hapis yatmayı göze alarak firarı yeğliyorlardı. Asker kaçağına yardım edenlere ise bu kanunda bir ceza getirilmemişti. Hiyanet-i Vataniye Kanunu’nu uygulayan mahkemeler Osmanlı döneminin yöntemleriyle çalışıyorlardı. Ulusal Mücadele’nin koşullarına cevap veremiyorlardı. Mahkeme kararına itiraz bir üst mahkemeye başvurma, temyiz, olağan dönemlerin uygulamaları, davaların hızını düşürüyor, cezanın ibret yönünü ortadan kaldırıyordu. Ulusal otoritenin sağlanabilmesi için devrim yöntemlerine başvurulması zorunlu duruma geldi.
18 Ağustos 1920’de Dr. Tevfik Rüştü ve Mustafa Necati Beyler Meclis’te, “Telkin ve Tedhiş Kanunu” için bir öneri verdiler. Bu önerinin 3,4,5 inci maddeleri “Madde 3- Seferberlik emrine icabet etmeyenlerin emvali müsadere, hanesi ihrak (yakılır), ailesi tehcir (göç) edilir ve tevrüd (karşı koyma) edenler de derdestlerinde (ele geçirildiklerinde idam olunur.” çok ağır hükümler taşıyordu. Bu öneri tehlikenin olağanüstü boyutlarını ortaya koyması bakımından önemliydi. Cezalar ağır bulunduğu için red edildi. Fakat olağanüstü, devrim yöntemleri aranıyordu. Dr. Tevfik Rüştü Bey, çeteler ve kaçakların yarattığı tehlike karşısında, M. Kemal’e, “İhtilal Mahkemeleri” kurulması için bir öneri verdi. Fakat sonra isim “İstiklal Mahkemeleri” olarak değiştirildi.
İstiklal Mahkemeleri’nin kuruluşu
Hiyanet-i Vataniye Kanunu, 4 aydır yürürlükte olduğu halde Dr. Tevfik Rüştü Bey, asker kaçakları, bozguncu ve casusların ve çoğunlukla firarilerden kurulu çetelerin önlenebilmesi için İhtilal Mahkemelerinin kurulmasını önerdi. Refik Şevki Bey bu fikre destek verdi ancak isminin İstiklal Mahkemeleri olmasının daha uygun olacağını bildirdi. 2 Eylül 1920 tarihinde “Firar Ceraimini İrtikap Edenler Hakkında Kanun Tasarısı” isimli Yasa teklifi incelenmek üzere Mili Savunma encümenine verildi. Encümen bir karara varamadığı için Milli Savunma Bakanı Ferik Fevzi meclise Şimdiki durum dolayısıyle ve görülen lüzum ve olağanüstü ihtiyaca dayanarak savaş zamanına ait olmak üzere firariler hakkındaki kanun önergesini meclise sundu.
TBMM’nin, 18 Eylül 1920 tarih ve 42 sayılı kararı ile kaçak erat ve casusların yargılanmasıyla görevli olmak üzere İstiklal Mahkemeleri kurulması kararına dayanmaktadır. Mahkeme üyeleri, Millet Meclisinden oluşmuştur. Savaş şartlarında bozgun, yağma ve casusluk gibi vatana ihanet niteliğinde kabul edilen suçları önleyebilmek ve acil hükümler verebilmek için Millet Meclisi tarafından özel kanunla ihdas edilmiştir.
Birinci dönem
18 Eylül 1920 ile 17 Şubat 1921 tarihleri arasında görev yaptı. İstiklal mahkemeleri yasasının kabulünden sonra Genelkurmay Başkanı İsmet Paşa 14 İstiklal Mahkemesi kurulması için öneride bulundu. Fakat sayı çok görüldüğü için 7 mahkeme bölgesi saptandı. Bir ay sonra Diyarbakır’a da bir mahkeme kurulması kabul edilince sayı 8’e yükseldi: Ankara, Eskişehir, Konya, Isparta, Sivas, Kastamonu, Pozantı, Diyarbakır.
İkinci dönem
30 Temmuz 1921 tarihi ile 1923 Ekim ayı arasında çalışmıştır. İlk olarak 19 Ağustos 1921 tarihinde Kastamonu’da, 12 Ağustos 1921 tarihinde Konya’da, 17 ağustos 1921 Samsun, 22 Eylül 1921 tarihinde Yozgat’da kuruldu. İkinci İstiklal Mahkemelerinde asker kaçakları, Kurtuluş Savaşında düşmana yardım edenler ve isyan çıkaranlar yargılandı.
Cumhuriyet döneminde İstiklal Mahkemeleri
1923 ile 1927 yıllarında çalıştı. İsyanlarda ve olağanüstü hallerde kurulmuştur. 6 Nisan 1925 tarihinde Diyarbakır’da Şeyh Sait İsyanı sonrasında Şark İstiklal Mahhkemesi, ayrıca hilafet ve saltanat propagandası yapanları ve Cumhuriyetin ilanını eleştirenleri yargılamak için İstanbul ve Ankara İstiklal Mahkemeleri Kuruldu. 2 Eylül 1920’de, Milli Savunma Bakanlığı’nca hazırlanan “Firar Ceraimini İrtikap Edenler Hakkında Kanun Tasarısı” Meclis tarafından Milli Savunma Encümenine gönderildi, 8 Eylül’de M. Kemal’in önerisiyle gündeme alındı. Milli Savunma Bakanı Fevzi (Çakmak) Paşa, olağanüstü ihtiyaca dayanarak, savaş zamanına ait olmak üzere “Firariler Hakkında Kanun”un kabulünü istedi. Asker kaçakları olaylarının çokluğunun vatanın kurtuluş ve bağımsızlığını tehlikeye düşürecek duruma geldiğini, bunun önüne ancak sert önlemlerle geçilebileceğini, eski kanunun etkili olmadığını belirten Milli Savunma önergesi ile konu tartışmaya açıldı. Bu önerge ile Meclis’te iki düşünce doğdu. Birincisi, “Kanunun bir zaruret olduğu ve cephe gerisinin tutulabileceği, asayişin bu sayede sağlanabileceği.” ikincisi, “Memleketi ve halkı korkuya düşüreceği, Ulusal Mücadeleyi arkadan vuracak kuvvetleri çoğaltacağı ve halkı paniğe götüreceği.” idi. Muhalif olanların bireysel haklardan söz etmeleri çok ilginçti. Ulusun ve vatanın varlığı için savaşıldığı, bütün ülke kaynaklarının seferber edilmesi gerektiği, ayaklanmalar, firari, casus, bozguncu, eşkıya tehlikesinin ülkeyi ve ulusu esir edecek boyutlara ulaştığı bir sırada bireyin özgürlüğünden söz etmek düşünülemezdi. Bu sebeple Meclis’te radikal grup ile tutucular arasında tartışmalar genişledi. 11 Eylül’de kanun oy çokluğu ile kabul edildi. Devamı için tıkla!
Tekalifimilliye Emirleri nedir?
Hıyanetivataniye Kanunu nedir?
İstiklal Mahkemeleri nedir?
Tevhiditedrisat Kanunu Nedir?
Mobil Uygulamamızı İNDİRİN! AÖL Yeni Müfredat Çıkmış Sınav Sorularını Çözün!
Etiketler: İstiklal Mahkemeleri neden kurulmuştur?, İstiklal Mahkemeleri nedir?
Eklenme Tarihi: 3 Mart 2018
Konu hakkında yorumunuzu yazın